webodam

Ah-su-Piknikler

Ah Şu Piknikler

Hasan ÇAĞLAYAN

Tam da piknik zamanı... Kış boyunca kapalı kalanlar için rûhu nefeslendirme fırsatı doğdu. Mesirelikler panayır yeri gibi cıvıl cıvıl; eşin, dostun, çoluk çocuğun gözü aydın olsun.

Bir baksanıza, aylardır saklambaç oynayan güneş, sık sık sobelenir oldu. Su kenarları, ağaçlık alanlar tatlı gülümseyişlerle çağırıp duruyor. Yepyeni kıyâfetlere büründüler ya, görünmek istiyorlar besbelli.

Evlerin balkonunda işsiz güçsüz beklemekten bir hâle gelen; hasır, mangal ve semaverde kıpırtılı bekleyiş gözden kaçmaz. Yalnız onlar değil; domatesler, biberler, soğanlar; kebaplık et ve ekmekler ve çay takımı. Hepsi de gökyüzüyle örtülü bir sofrada tüketilmenin sabırsızlığını duyar; böylesi, bir ayrıcalık olmalı onlar için.

Bütün bu olup bitenler pikniğe çıkmaya iyice zorlar. Pek çok âlet edevat ile birlikte bir mini market açıyormuşçasına erzak alınır! Bilirsiniz ki, kuru soğanla ekmeğin bile ziyâfete döndüğü kır yerine, kuru soğan ve ekmekle gidilmez hiç. Belki, görenler; kurda kuşa rızk götürüyor bunlar, diye hüsnü zan etse de, götürülen nevâleler kolay kolay eve dönemez. Hepsi oracıkta, bir kaç âdemoğlunun bünyesinde, insaniyet mertebesine yükselir. Zahir, ziyan olmalarındansa böylesi daha iyi.

Pikniğe çıkarken; kitap, dergi, gazete almak insanı boşluk hissinden kurtarsa da genellikle okumaya vakit bulunamayacağı için bunlar götürülmez. Ama en iyisi, sevdiğiniz şiir kitaplarından birisiyle bir küçük cevşen götürmek. Bir yandan mısralarla, bir yandan niyazla ıtırlı kır havası ruhumuzu alır götürür. Burada da mı yahu, pes doğrusu, diyen çıkarsa hiç aldırmayın; kalbi inceltmenin tam da yeridir orası. Bir kaç şiir, bir kaç bab cevşen okunan bir piknikten, çok daha hafiflemiş olarak döneceğinizi temin ederim.




Kahvaltı sofrası kurulmayan bir piknik, piknik sayılmaz. Bu sebeple, kıra çıkarken kahvaltı mâlzemelerini ayrıcalıklı tutmanızı tavsiye ederim. Hafta içlerinde simitle, poğaçayla geçiştirdiğimiz sabahların acısını çıkartalım bir güzel; öyle değil mi? Zira kahvaltılar, çayla birlikte sevinç çığlıkları yenilen zamanlardır.

Sonra mı? Cıvıltılar, telâşe, heyecan... Mangal ateşi, çay buğusu; sebze, meyve kokusu... Gelsin, nar gibi kebaplar; salata, ayran... Çay buğusu dedim de; gerek semaverde, gerekse közde çayın 'dingin bir yaz denizi'ni çağrıştıran o nefis tadı ve kokusu, erbabını kendinden geçirmeye yeter. Şu, çayla insan arasında gizli bir bağ olmalı. Değilse niye bu kadar sevilsin ki?

Kışları, vücut evine balkonlar dâhil edenler için söylüyorum; rahat olun, piknikler diyet yeri değil. Temiz havayı bulmuşken yiyin, için. Doktorlara kalsanız aç ölürsünüz, benden uyarması. Az biraz hareketlenseniz eve dönmeden eritirsiniz zaten. Ama azıcık bir zamanda ve azıcık bir düzlükte, kişisel spor kariyerinizin zirvelerinde dolaşmaya da kalkmayın. Düşer, şaşar jübilenizi yapmak zorunda kalırsınız maazallah. Kilo probleminiz varsa, yemeye sair zamanlarda yüz vermeyin, olur biter! Ne olur ne olmaz; ilaçtı, bol beden giysilerdi, bu zamanda millî sınırları genişletmek pahalıya mâl oluyor.

Ah, şu piknikler yok mu; nice serüven bir biri ardına sıralanıyor! Dileyen kendini yorup, terleme hakkını kullansın; ne diyelim. Şehirden uzaklaşmışken sükûnet içinde, bir güzel dinlenmek gibisi yok. Eee, taze kır havasıyla yediğiniz içtiğiniz, içinize sinsin şöyle. İlla spor istiyorsanız yürümek gibisi yok; rahatlarsınız. Keneden falan da korkmayın. Toprak bir yolda, çam kokuları içinde yürümek bir başkadır. Kırların hür havası, yürürken daha mı büyüleyici oluyor ne? Zihinde biriken onca sıkıntı, havaya suya dağılıp gidiyor.

Haydi, ne duruyorsunuz; mesirelikler sizi bekliyor.
________________________________________________

şuradan alıntıdır: http://www.yagmurdergisi.com.tr/archives/konu/ah-su-piknikler